Ortadoğu Okumaları: “Küresel Siyasi İslam”

sayfalarca iyilik
6 min readOct 21, 2022

--

Peter Mandaville, Küresel Siyasi İslam’da laiklik ve laikliğin Ortadoğu ve Avrupa gibi coğrafyalarda farklı yansımasını ve” İslam Devleti” kavramının kullanımını, Müslüman dünyası tanımını ve HAMAS gibi bazı İslami hareketleri ele alıyor.

bu rapor, ilgili oturumda ele alınan 1, 5, 6, 7 ve 10. bölümlerin bir incelemesinden oluşuyor.

İslam dininin geniş bir coğrafyaya yayılmış olması, herhangi bir konuda bile büyük çeşitlilik sunan bir olguya dönüşmesine sebep olmuştur. Mandaville, eserinde bu ölçüde bir coğrafi genişlikte İslam’ın yer alabileceği konumu tanımlamanın güçlüğünden ve Müslüman dünyası denilince akla gelen yanılgılardan kurtulmamız gerektiğinden bahseder. ”İslam, daima bazı özel durum ve şartlara göre değerlendirilmelidir.” anlayışından yola çıkarak sorularını genel olarak olayın geçtiği coğrafyada cevap arayarak temellendirir.

yazar, din ve siyaseti iç içe geçirip düzenleyen ya da bu iki kavramı keskin çizgilerle birbirinden ayıran tartışmalı bir kavram olan laikliği Ortadoğu’da ve Batı’da olmak üzere harita üzerindeki konumlarıyla incelemiştir. laikliğin standart yapısı Batı içerisinde dahi farklılıklar göstermiştir. örneğin Fransa’da laiklik, toplum yaşamını boşaltıp dinle ilgisi olan her şeyi terk etmek şeklinde tezahür etmişken İngiltere’deki laiklik geleneği, dini çoğulculuk ve tolerans üzerine kurgulanmıştı.

Avrupa özelinde incelendiğinde laiklik, Rönesans’tan itibaren bilimin kazandığı değer ile birlikte inançların geri planda kalmasına sebep olmuş, dini otoritenin yeniliklere engel olması ise Batı’da laikliğin din ve devlet kavramlarının ayrışması şeklinde ortaya çıkmıştır. bu ayrışmayla insanlar semavi şemaların edilgen birer bileşeni olmaktan kurtulmuştur. Ortadoğu’ya bakıldığında Müslüman beldelerde yeniliklere karşı duracak merkezi bir dini otoritenin mevcut olmaması, laikliğe ihtiyaç olup olmadığı sorusunu akıllara getirmiştir. İslam dünyasının dini otoriteye ihtiyaç duymaması, Hristiyanlık ve Müslümanlık arasındaki kilit ayrımlardandır. formel kilise benzeri kurumların bulunmayışının nedeni ise laikliği daha erken deneyimleyen Avrupa’ya kıyasla İslam’da her şeyin bir bütün oluşundan böyle bir ayrıma gerek kalmamasıdır, İslam’da her şeyin kutsal bir bağ ile bağlanmış olması tevhidin ana unsurudur. bu nedenle İslam’da yaşanan bir unsur olduğu halde, dinin bölünmüşlüğünden söz edilemez. bu kavram politika gerçeğinde “İslam, hem din hem devlettir.” şeklinde söze dökülür.

kitabın bir diğer incelediğimiz bölümünde kendini İslami devlet olarak tanımlayan ve İslamlaştırma programı uygulayan ülkelere yer verilmiştir. bunlardan başlıcaları Suudi Arabistan, Pakistan ve İran’dır. Suudi Arabistan ve Pakistan İslam devleti olarak kurulmuşken İran’da İslami siyasi düzen bir tür toplumsal devrimle kurulmuştur. “İslami devlet” tanımı genellikle nüfusun büyük çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkeler için kullanılan bir kavramdır, oysa bu ülkeler için “Müslüman milletler/devletler” demek daha doğru olacaktır. Yazar kitabında çoğunluğun Müslüman olmasının “İslami devlet” tanımı için yeterli bulunamayacağının altını çiziyor zira bu ülkelerin çoğunun yönetimindeki hükümetler laik bir düzen benimsemiştir ve genellikle bu ülkelerde İslam temelli grup ve partilerin hülyaları baskı altında tutulmuştur, aynı zamanda anayasalarında resmi din olarak İslam’dan bahsedilmesi örneğin Tunus ve Mısır’ın İslami devlet olarak sayılması için yeterli koşul olarak değerlendirilmemiştir.

Suudi Arabistan’a bakıldığında Vehhabizm dikkatleri çekmiştir. Mandaville, kaynağını tevhidden alan bu hareketin bir süre sonra Suud krallığının politikası haline geldiğinden bahsetmiştir. ona göre, bahsi geçen hususlara ek olarak, Suudi Arabistan değerlendirilirken teorideki İslami devlet ve pratikteki İslami devletin farklı manalar taşıyor olduğu göz önünde bulundurulmalıdır. bu duruma ise teorik İslami devlet modeline ek olarak kraliyet ailesinin otoritesinin korunması için pratikte dini liderlerin politikalara fetva ile yön vermesi örnek olarak gösterilebilir. ulemanın bu desteği kraliyet ailesinin otoriteyi tümüyle elde etmesini sağlamış ve güç dengesini açıklamıştır, böylece modern Suudi Arabistan tarihi boyunca kraliyet ailesi ve ulema karşı karşıya kalmamıştır. kraliyet ailesi ulemanın etkisinden gerek kurumları gerek yaptırımlarıyla bağımsız olabileceği kanunlar hazırlatmıştır, aynı zamanda uyuşmazlık mahkemeleriyle halkın bürokrasi içinde bir sorun yaşadığında çözüm bulmasının önü açılmıştır. bu durum Suudi ekonomisinde, altyapısında ve bürokrasisinde hızlı bir modernleşmeyi sağlamıştır.

Bahsi geçen bir diğer ülke: İran. 1979 yılında gerçekleşen İslami devrim, İslamcıların siyasete katılmasını yeniden yönlendirmiştir. Bu durum hem İslami devrimlerinin kaynağı olmuş hem de diğer ulusları da etkilemiştir. İslami ilimler eğitimi almış olan ve politikaya ilgi duyan Ayetullah Humeyni, devrimde etkisi olmuş isimlerdendir. Humeyni, kanunların mutlaka şeriata uygun olması gerektiğini ve eğer monarşi benimsenecekse kralın ulema tarafından atanması gerektiğini söylemiştir. ancak bu şekilde “Tanrı’nın hükümeti”nin kurulabileceğini savunur ve kendine özgü İslam devleti modeli Velayet-i Fakih’tir, bu doktrine göre siyasi otoritenin imamların otoritesinin güvencesiyle birlikte dini alimlerde toplanması gerekir. süreç içerisinde ona karşı çıkan ulemayı eleştirmiş ve kendisini dinleyen öğrencilere gerçek İslami düzeni kurmak ve yürütmek üzerine kendi doktrininden yola çıkarak dersler vermiş olan Humeyni İran dışındayken ise iki kişi bu görevi üstlenmiştir: Murtaza Mutahhari ve Ali Şeriati. Murtaza Mutahhari, Ayetullah’ın yakınlarında bulunanlardan biriydi ve Humeyni’den farklı olarak Batı ideolojisi ve felsefesinde kendisini geliştirmişti. Marksizm üzerinde tartışabilecek bilgi birikime sahip olmakla birlikte Marksizm’in ahlaka değinmeyişini eksik buluyordu, onun Marksizm hakkında konuşabiliyor olması birçok İranlıya çekici geliyordu. modern İslam’ı eleştirirken dini eğilimli ve eğitimli olan orta-alt sınıfı etkiliyordu. diğer yandan Ayetullah’la birlikte yürüyen bir başka isim Ali Şeriati’dir. Şeriati, Paris’te eğitim görmüş ve Batı felsefesindeki akımlarla ilgilenmiş bir toplum entelektüelidir. ona göre İslam ve özellikle Şii İslamı baskı altında kalanları özgürleştirmek için önemli bir kapasiteye sahiptir. Şeriati İran’da genç ve eğitimli orta sınıfa hitap etmiştir. bu kişiler, farklı yönleriyle birlikte Humeyni’nin projesinin tüm kuşakta yankı bulmasını sağlamıştır.

İran’da şah rejiminin zamanla giderek ABD etkisine girmesi halkı hoşnutsuz etmiştir. entelektüel Celal el Ahmed tarafından 1960’larda ortaya atılan “Gharbzadegi” (Batı tarafından zehirlenme) “Westoxification” terimi İran’daki rejimin tamamen Batı’nın etkisine girdiğini açıklamak için kullanılmıştır ve bu düşünce popülerleşmiştir. hoşnutsuzluklar yalnızca sözde kalmamıştır, çeşitli ayaklanmalar meydana geldiyse de rejim, geniş çaplı olmayanları bastırmayı başarmışken daha büyük ayaklanmalar ile mücadele edebilmek adına 1978 yılında şahın sıkı yönetim ilan ettiği ve “Kara Cuma” olarak anılan günde Tahran’da yüzlerce insan öldürülmüştür. şah, halkı etkilediği gerekçesiyle Humeyni’yi sınır dışı etmiş ve Humeyni ise Paris’te bu zamana kadar söyleyemediklerini söyler hale gelmiş, yaptığı açıklamalar İranlı medya kuruluşlarında yayınlanmış ve açıklamalarının kasetleri elden ele dolaşmıştır. Böylece, İran tarihinde ilk kez bir medya devrimi yaşanmıştır. mayalanan devrim zirveye ulaşırken iki milyonluk çok çeşitli her sınıfı barındıran bir kalabalık Aralık 1978’de Şiilerin Aşura Günü’nde protestoyu başlatmış ve bir sonraki ay, üzerindeki baskılar sebebiyle şah ülkeden kaçmıştır ve Ayetullah Humeyni ise ülkeye geri dönmüştür. Humeyni, 1979’un başında ulusal referandum yapmıştır. İslami cumhuriyetin toplum tarafından onaylanmasıyla bir anayasa taslağı hazırlanmıştır ve hazırlanan bu taslak başta daha laik iken giderek günümüzdeki halini almıştır. sonuç olarak İran, sistemlerinde dini liderin halk oyuyla belirlenmeyecek olmasına rağmen parlamento ve başkanlık seçimlerinin düzenli olarak yapılması açısından Müslüman dünyasına örnek teşkil etmiştir.

Oturumumuzda bahsi geçen son konu, Filistin’de İslamcılık hareketi olarak ortaya çıkan HAMAS. HAMAS, çeşitli kaynaklara göre “politik hareket”, “bir terörist grup” ya da “sosyal refah örgütü” olarak farklı farklı değerlendirilebilir. İsrail yanlıları tarafından açıkça bir terörist grup olarak tanımlanırken Filistin’in İsrail tarafından işgalini illegal ve insanlık dışı olarak tanımlayan kişiler için yasal bir direniş örgütü olduğu düşünülür. bu örgüte dair fikir sahibi olunabilmesi için HAMAS’ın politik hedeflerinin anlamaya çalışılması gerekir. bu noktada Glen Robinson şöyle demiştir: “HAMAS, binlerce eylemci ya da binlerce Filistin sempatizanından oluşan, geniş tabanlı politik ve sosyal eylemleri ile intihar bombacılarının ötesinde bir sosyal harekettir.”

HAMAS’ın popülaritesini daha iyi anlayabilmek için sosyal hizmetlerinin yararına ve demografik yönleriyle işgal altındaki topraklardaki etkileşimine bakmak gerekir. yoksulluk ve kısıtlı imkanları ile Filistin Kurtuluş Örgütü ve Filistin devlet otoritesinin halka yansımalarına bakıldığında HAMAS’ın yardımlarının halkın tek umut kaynağı olduğu söylenebilir. bunlara örnek olarak yardım dernekleri, anaokulları, spor kulüpleri, yaşlı evleri, bilgisayara erişim merkezleri, burslar, dinlenme ve eğlence yerleri, kütüphaneler gösterilebilir. Ayrıca HAMAS bu yardımlardan faydalananları harekete katılması konusunda zorlamamaktadır. Son olarak HAMAS’ın Filistin nüfusu içindeki desteği 2006’daki sonuçları baz alacak olursak %45’tir ve bu da bize doğrudan bir desteği temsil etmediğini söyler. net olan şudur ki bu örgüte bakış açısı sadece dışarıdan bakıldığında değil ama ayrıca ülke içine girildiğinde de oldukça çeşitlenmektedir.

Ortadoğu bölgesine ve bölgenin dinamiklerine bakıldığı zaman genelleyici bir İslam Devleti tanımını kullanmanın gerçeği tam olarak yansıtıp yansıtmadığı üzerinde düşünülmelidir. çeşitli gerekçelerle kendisini İslam Devleti tanımına uygun gören bazı Ortadoğu ülkeleri olmakla birlikte, otorite çıkarları sebebiyle bu kavramın suistimal edilebildiği görülebilir. benzer şekilde, kendisini belirli bir kalıba net olarak sokmayan bazı Ortadoğu ülkelerinin de sonradan katı bir İslamcı kimliği ile ortaya çıkmak istediği de görülmüştür ve hatta bu devletlerin ‘demokratiklik’ anlamında eleştirilen yönleri olsa dahi bölge demokratikliğine katacak şeyleri de olabilmektedir. çeşitli örgütler hakkında destekleyici ya da karşıt bir bakış açısı edinilmeden evvel, örgütlerin idealleri hakkındaki duruş belirlenmelidir, özellikle hakkında tartışmaların çok olduğu ve bariz bir şekilde farklı kutuplar bulunan örgütler/oluşumlar söz konusuyken bu detaya ehemmiyet vermek faydalı olacaktır.

yazar: Ayşenur Uçar, Dilara Özdemir

editör: Dilara Özdemir

son okuma: Elif Kalafat

--

--

sayfalarca iyilik

sayfalarca iyilik, bireysel ve toplumsal iyiliği kitaplar aracılığı ile bir araya getiren oluşumdur.